Adamın biri bir gün şehir dışında yolda kalmış.
Saat gecenin 2siymiş ve arabaların nadir geçtiği ıssız bir yolmuş burası.
Kış mevsimi olduğundan aşırı derece soğuk,fırtınalı,kar yağışlı ve bir metre ötenin bile görünemeyeceği kadar sis hakimmiş.
Adam saatlerce yürüdükten sonra yanından yavaşça bir arabanın geçtiğini farketmiş ve bu işkenceye bir son vermek için koşarak arabanın ön kapısından içeri girmiş.
Kafasını sola çevirmiş,(Gözlerine inanamamış)şoför koltuğunda kimse yokmuş.Tam bunun şokunu yaşarken ileride bir uçurumun belirdiğini farketmiş ve korkudan ne yapacağını şaşırmış son duasını etmeye başlamış.
Bir de bakmışki direksiyonda sadece bir el var ve direksiyonu çeviriyor.Adam bu kadarına da dayanamıyarak arabadan dışarıya atlayarak hızla hiç bilmediği bir yöne doğru koşmaya başlamış ve ağaçların arasında olduğunu farkettiği küçük bir kahveye sığınmış.
Bir çay içip kendine geldikten sonra kahvedekilere başından geçenleri anlatmış.Kahvedekileride bir korku sarmış ve kimseden çıt çıkmıyormuş.
Derken birden kahvenin kapısı açılmış içeriye iri yapılı,yorgunluktan perişan olmuş,üstübaşı yırtılmış,kanter içinde kalmış iki adam girmiş.
Herkes hiç ses çıkarmadan 0nlara bakarken;adamlardan biri yanındakine hitaben ( göz işaretiyle bizimkini göstererek) :
"Lan Osman,şurda oturan adam biz arabayı itmeye çalışırken içine oturan şerefsiz değil mi lan." demiş.
Bir bilim adamının deney raporlarından:1. gün : Fare uzun süre labirentin içinde dolandı ama peyniri bulamadı. İçgüdüleri zayıf.3. gün : Negatif. Sadece labirenti değil, odanın hemen her yerini aradı; tüm dolapları, çekmeceleri, kavanozları karıştırdı. Hatta bir tablonun arkasına ve ceplerime bile baktı. Bu fare tam bir salak.7. gün : En ufak bir ilerleme yok. Artık arama isteğini bile kaybetti, telefonla köşedeki büfeden iki karışık tost, bir ayran istemiş. Zekadan böylesine yoksun oluşu deneylerimde yol almamı önlüyor.18. gün : Zamanla becerilerini geliştirmesi lazımdı,ama sıfır! Bursa'dan aradı, 'kaygılanmamamı, peyniri bulacağını' söyledi. 0na gittikçe peynirden uzaklaştığını anlatmaya çalıştım, ama dinlemedi. Ciddi zeka problemi!74. gün : Umutsuzluğa kapılıyorum; fare, henüz bir zeka belirtisi gösteremedi. En son Tibet'ten aradı, hayatın anlamı gibisinden bir şey bulduğunu söyledi. Ama peyniri bulamamış ve artık umrunda da değilmiş. Aptal hayvan! Hayallerimden ve kariyerimden geriye küflü peynirler kaldı.
93. GÜN : LABİRENTİN İÇİNE KOYMAYI UNUTTUĞUM İÇİN FARENİN PEYNİRİ BULAMADIĞINI FARKETTİM.
Ünlü diş hekimi sam ve eşi 50.evlilik yıldönümlerini kutluyorlardı.
Sam birden eşine bir soru sordu :
'Sevgilim,bu elli yıl içinde beni hiç aldattın mı?
' 'O nerden cıktı?' diye sinirlendi eşi 'cevabı öğrenmek istemezsin herhalde'dedi.
'isterim' dedi Sam. 'lutfen anlat.
' 'Madem öğrenmek istiyorsun evet seni üç kez aldattım' diye cevap verir eşi.
'Kimlerdi bunlar'diye sordu Sam.
.İlki diye anlatmaya başladı eşi 'Hani sen 30 yaşındaydın ve kendi kliniğini kurmak istiyordun da hiçbir banka sana kredi açmıyordu.
Sonra bir banka müdürü eve geldi;hiçbir şey sormadan tüm kağıtları imzaladı ve sen en modern aletlerle kliniğini açmıştın.
' Oooov canım.Benim için kendini feda ettin haaaaaa... Benim sevgili karıcığım.'dedı Sam.
'Peki ikincisi?'diye sorar Sam.
Hani 50 yaşında kalp krizi geçirmiştin ya,kritik bir bypas ameliyatı olman gerekıyordu, hiçbir doktor o cesareti gösteremiyordu. Her an ölebilirdin.Dr.Halery 0nca yoldan kalktı geldi,ameliyatını yaptı.Sen hayata döndün.'dedi eşi.
Ah benim sevgili karım.Hayatımı kurtarmak için kendini bir kez daha feda ettin,öyle mi?Peki üçüncü aldatışın?
'Hatırlıyormusun,yıllar önce diş hekimleri odası başkanı olmak istemiştin de 247 OYUN EKSİKTİ......'
Zengin bir iş adamının kızı, kendisiyle evlenmek isteyen erkek arkadaşını anne ve babasıyla tanıştırmak için evlerine yemeğe çağırdı. Yemekten sonra zengin iş adamı damat adayıyla başbaşa konuşmak istedi ve 0nu çalışma odasına götürdü. Senle söyle erkek erkeğe konuşalım yavrum, dedi. - Evlendikten sonra aileni geçindirmek için ne iş yapmayı düşünüyorsun? Damat adayı duraksamadan yanıt verdi: - Aslında benim elimden her iş gelir efendim, evlendikten sonra bir yerde kesinlikle bir iş bulurum. Sonra da nasıl olsa, Tanrı yardim eder. Damat adayının bu yanıtını kuşkuyla karşılayan iş adamı, bu kez daha somut bir soru sordu: - Peki içinde kızımı oturtabileceğin bir eve nasıl sahip olmayı düşünüyorsun? Damat adayı yine duraksamadan cevap verdi: - Ben aslında çok çalışkan bir insanımdır, dedi. Gece gündüz demez çalışır, para biriktiririm. Sonra da nasıl olsa Tanrı yardım eder, bizde bir ev sahibi oluruz. Kız babasının neşesi iyice kaçtı. Bu kez sesini yükselterek sordu: - Peki oğlum ilerde çocuklarınız olunca 0nlara nasıl bakacaksınız? Damat adayı o soruyu da yanıtladı: - Biraz önce söyledim ya, gece gündüz çalışır kazandığım tüm parayı biriktiririm. Sonrada nasıl olsa Tanrı'nın yardımıyla çocuklarımızı büyütürüz. Damat gittikten sonra kızı koşarak babasının yanına geldi: - Damadını beğendiğini gözlerinden anlıyorum babacığım, lütfen söylermisin 0nun en çok neyini beğendin? Babası kızının yüzüne dik dik baktı: - 0nun en çok hoşuma giden yani benim hakkımdaki görüşü, dedi ve ekledi: Beni Tanrı sanıyor…
İki denizci oturmuş sohbet ediyorlar; - "Sana iki haberim var, biri iyi, diğeri kötü." - "Önce kötüsünü söyle." - "Biz seninle zamanımızın çoğunluğunu seferde geçirirken karılarımızın dostluğu çığrından çıktı, ikisi de lezbiyen oldu!." - "Vay canına!, Peki iyi haberin nedir?." - "Senden hoşlanıyorum!"
İhtiyar balıkçı, Karayibler'de 85 gün olta salladıktan ve eve eli boş döndükten sonra bir gün iyice açılıp "büyük balık"ı yakalar.
Lâkin kıyıya dönerken, yedeğine aldığı, teknesinden yarım metre daha büyük olan bu kılıç, yol boyu kan kokusuna gelen canavar köpekbalıklarınca didik didik edilir. Bu korkunç mücadeleden elinde kala kala dev balığın iskeleti kalmıştır.
Kan revan içinde, uykusuz ve bitkin sahile yanaşırken "Beni adamakıllı yendiler... Hem de ne yeniş." diye geçirir içinden. Sonra silkinir ve yüksek sesle şunu söyler:"Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar..."
Hayat yolculuğumuz da öyle değil midir?
Kimi için güzel bir kadındır "büyük balık", kimi için zengin bir damat... İyi bir hayat... Hayırlı evlat...Ya da müstakil ev, son model araba, sınırsız servet... Kimi, "büyük balık"ı hiç göremeden ölür. Kimi, bir kez tuttu mu, bir daha açılmaz hiç... 0nunla gömülür. Kimi ise; yaşam denilen, şakaya gelmez deryanın dalgalarında yalpalana yalpalana arar büyük balığı bir ömür boyu...Açıldıkça bulma şansıyla birlikte artar, yitirme ihtimali...Zor bulanlar, çabuk yitirir bazen...
Acımasızca yağmalanır ve sonuçta elde bir kılçıkla kalakalırlar.
Yenilgi değildir 0nlarınki aslında... Olsa olsa biraz fazla açılmışlardır.
Ama insanlık, kısmen de, 0nların fazla açılması sayesinde ilerler.
Ünlü romanın esin kaynağı olan Kübalı balıkçı Gregorio Fuentes 104 yaşında ölmüştü.
"Ensesinde derin kırışıklıklar olan sıska adam,“ Küba'da dünyaya veda etmeden önce, Ankara'da hafızama son bir ağ atıp geçmişti. Bir şişe rom karşılığı çektirdiği son fotoğraflarınabakarken, "Keşke bu fırtınalı yolculuğun sonunda hepimiz aynı şeyi yüksek sesle söyleyebilsek“ dedim kendi kendime:
"Yenilmedim aslında,
belki biraz fazla açıldım, o kadar...“
"Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün;
büyük hedeflere ulaşmak bakımından da
onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur.
Cenab-ı Hak 0nları aslan sıfatında yaratmıştır.“
İbn-i Hassul
Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan
bu pek yüce asalet 0na tabiatın hediyesidir.
Pierre Loti
Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır,
uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında
en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
Çarnayev(Rus Komutan)
Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda
silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır.
Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.
Moltke
Türkler,
bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
La Martine
Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır.
Towsend (İngiliz Komutan)
Bütün bu güzel sözler söylenmiş...
Şimdi neden söylenmiyor...
Suç kimde acaba?....
Bunun üzerinde çok düşünmeliyiz,
çok düşünmeliyiz ki çıkar yolu
bulabilelim.
"Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum.
Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi;
önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş...
Su beni boğmak, düşman beni parçalamak,
güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum.
Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim.
Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını 0nlar bana yaptılar, esir ettiler.
Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim;
istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin,
nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar.
Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin
arasında hür bir esir olarak yaşamak,
bilsen ne kadar tatlı."
Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır)
"Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar.
Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak
ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün.
Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum.
Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten
bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları!
Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti
yenen Türkler, şimdi desilinmez hatıralarıyla her teşebbüsü
sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum.
Demek ki yalnız Türkleri değil, 0nların tarihini de yenmek lazım.
Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti
idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum.
Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve
nesillere nakşedebiliyorlar."
M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)
İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır:
Erkeğin cesur kadının namuslu olması.
Bu iki meziyetin yanında hem erkeği,
hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır.
İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar
vatanına bağlı olmak.
İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır.
Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir,
lakin mağlup edilemezler“
Napoleon Bonaparte - Fransız İmparatoru
"Türklerden bahsediyorum...
Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya,
korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk;
dost yanında ve silahsız düşman karşısında
bir seher yelidir,
berrak bir göldür.
Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü
coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur.
Tasso - İtalyan Şair
"Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada
tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir.
Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan
bir köye gidecek olursanız;
gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu
orada görüp öğrenirsiniz."
William Martin
"Irk ve millet olarak Türkler,
bence geniş imparatorluklar içinde yaşayan
kavimlerin en asili ve başta gelenidir.
Dini, sosyal ve örfi faziletleri,tarafsız kimseler için
birer takdir ve hayranlık kaynağıdır.“
Lamartine-Fransız Yazar, şair ve Devlet adamı.
Adamı, vergi dairesine çağırmışlar.. Yanında bütün defterlerini ve hesaplarını da getirmesini istemişler.. Adam korku içinde, mali danışmanına gitmiş.. Sormuş: - Vergi dairesine giderken nasıl giyineyim?. Ne tür bir izlenim bırakırsam, bana daha az vergi cezası keserler?Mali danışman öğüt vermiş: - En eski elbiselerini giy.. Yoksul, muhtaç bir görüntü ver ki, sana az ceza kessinler.. Adam güvenemeyip, bir de avukatına danışmış.. Avukat, mali müşavirin tam tersi bir öğüt vermiş: - En yeni, en pahalı elbiseni giy.. Güvenli, kendinden emin bir görüntü ver ki, az ceza kessinler vergiciler.. Adamı bu öğütler tatmin etmemiş.. Aklına güvendiği, filozof bir arkadaşına aynı soruyu sormuş.. Bu akıllı arkadaş bir hikaye anlatmış.. Şöyle demiş: - Bir gelin, zifaf gecesi ne giymesi gerektiğini bir arkadaşına sorar.. O da, gırtlağa kadar kapalı, koyu renk bir gecelik giymesini tavsiye eder.. Bir başka arkadaşı ise, dekolte, şeffaf bir gecelik giymesini söyler.. Vergi dairesine giderken ne tür bir elbise giymesi için arkadaşından öğüt bekleyen adam, bu hikayeyi dinledikten sonra, sorar: - Zifaf gecesi ne giyeceğini bilemeyen gelinle, vergi dairesine giderken ne giyileceğini soran benim aramda ne gibi bir ortak yan var ki? Adamın akıllı arkadaşı gülerek, izah eder: - Ne giyersen giy, başına gelecek şey aynıdır..
Adamın "biri çok cimriydi ve cimri olmaktan utanıyordu. Çevresindekilerden beklediği sevgiyi ve saygıyı göremiyordu. Bunun nedenini anlamak için hayran olduğu bir bilgeye akıl danıştı.
Bilge, adama bir masal anlatmaya başladı:
"Çiftliğin birinde yaşayan domuz insanların kendisini hiç sevmediğinden yakınarak komşusu ineğe dert yanmış. İçindeki kıskançlıkla birlikte 0nun nasıl bu saygıyı gördüğünü de merak ederek, 'Ben insanlara senden fazlasını veriyorum. Etimi yiyorlar, derimden ayakkabı, kıllarımdan en iyi fırçaları yapıyorlar. Dişlerimin değerini hiç anlatmayayım. Oysa sen 0nlara yalnızca süt veriyorsun; buna karşın beni yine de sen denli sevip saymıyorlar' demiş.
Domuzun sözlerini dikkat ve sabırla dinleyen iyi yürekli inek yalnızca şunları söylemiş.
İnsanlar tüm bunları sen öldükten sonra alabiliyorlar senden' demiş. 'Oysa ben yaşarken veriyorum 0nlara sütümü...
Eşim ve iki yaşındaki kızımızla birlikte her yerden uzak, karla kaplı bir kamp yerinde bozuk bir araçla kalakalmıştık. Bu yolculuğa, iki yıllık zorunlu hizmetimi tamamlamamı kutlamak için çıkmıştık, ama yeni aldığım tıp derecem, yolculuk için kiraladığımız aracı 0narmakta bir işe yaramıyordu.
Bu olayın üzerinden 20 yıl geçti, fakat o günü dün gibi anımsıyorum. Henüz uykudan kalkmıştım ve el yordamıyla elektrik düğmesini bulmaya çalışıyordum, ama elektrik yoktu. Ateşleme tertibatını da denedim, ancak sonuç alamadım. Kamp yaptığımız araçtan çıkarken ağzıma geleni söylüyordum ki bardaktan boşalırcasına yağan yağmur sesimi boğdu.
Eşimle birlikte, bacaklarımın otomobiller hakkındaki bilgimden daha işe yarar olacağı sonucuna vardık. Birkaç mil ötedeki anayola çıkıp otostop
yapmaya karar verdim.Bu arada eşim de iki yaşındaki kızımızın yanımda kalacaktı.İki saat sonra burkulmuş bir bilekle ana yola vardım ve bir kereste kamyonunu durdurmayı başardım.Kamyon şoförü beni yol üzerindeki ilk benzincide bırakıp gitti. Benzinliğe girerken, birden bugünün pazar olduğunu anımsadım. Benzinlik kapalıydı ama kapının yanında jetonlu bîr telefon ve yırtık pırtık bir telefon rehberi vardı. 20 mil uzaktaki en yakın kasabada bulunan bir araba servisini aradım.
Telefonu açan, başımıza gelenleri sabırla dinledi ve ben bulunduğumuz yeri anlatırken ''Tamam, merak etmeyin. Pazarları genelde çalışmam, ama yarım saat sonra orada olurum" dedi.
Yardıma gelmesi beni rahatlatmıştı ama içime de bir kurt düşmüştü: Bu yardım önerisinin bana ne kadara mal olacağı düşüncesi kaplamıştı kafamın içini. Biraz sonra, pırıl pırıl kırmızı kurtarıcısıyla geldi ve birlikte kamp yerine gittik. Araçtan indikten sonra çevreme bakınırken 0nun koltuk değneklerine dayanarak dışarı çıkmaya çalıştığını gördüm. Belden aşağısı tutmuyordu!
Arabamı inceler incelemez hemen tanısını koydu, tedavisini de söyledi:
"Yalnızca akü bitmiş" dedi. "Aküyü bağlantı kablosuyla şarj ederiz ve hemen yola çıkarsınız."
Aküyü şarj ederken kızımı da yaptığı numaralarla eğlendirdi. Hatta kulağının arkasından bir de bozuk para çıkarıp 0na verdi. Bağlantı kablolarını aracına geri koyarken 0na borcumun ne kadar olduğunu sordum. Hiç beklemediğim bir yanıt verdi:
''Borcun yok' dedi.
Şaşkınlığımı üzerimden atar atmaz karşı koydum ve "Olmaz öyle şey" dedim. "Yaptığın işin karşılığını ödemeliyim sana."
Babacan bir yüz ifadesiyle "Gerek yok" diye yineledi ve benden neden para almak İstemediğinin öyküsünü anlattı:
"Bacaklarımı kaybettiğimde senin şu an içinde olduğun durumdan daha kötü durumdaydım" dedi. "Biri bana, o durumumda yardım etmiş ve teşekkürümü bile kabul etmeyerek bana, benim de, zor durumdaki bir başka kişiye yardım etmemi söylemişti Ben şimdi, bana yardım eden o kişiye teşekkür borcumu ödemiş oluyorum. O nedenle senin bana borcun yok. Ama unutma, eline fırsat geçtiğinde sen de bir başka kişiye iyilik yapacaksın. O zaman ödeşmiş oluruz."
Yirmi yıl sonra o günü anımsamama öğrencilerimden biri neden oldu. Öğrencimle birlikte içki ve uyuşturucu nedeniyle bedeni harap olmuş bir hastanın muayenesini yeni bitirmiştik. Hemşire odasında olası tedavi seçeneklerini tartıştığımız bir anda 0nun, gözlerinin dolduğunun ayırdına vardım.
"Bu tür şeylerden söz etmek seni rahatsız mı ediyor?" diye sordum. Hıçkırarak ağlamaya başladı ve "Hayır" dedi. "Ama bu hasta annem de olabilirdi. Çünkü 0nun da aynı sorunu var."
Öğle yemeği arasını konferans salonunda alkolik annesinin acıklı geçmişini tartışarak geçirdik. Cindy gözyaşları içinde bana içini döküp, ailesinin geçmişini dolduran öfkeyi, utancı ve düşmanlık duygusunu anlattı. Ayrılırken annesinin tedavi olabileceğini söyleyerek 0nu umutlandırdım ve eğitimli bir danışmanla konuşması için annesine randevu aldık.
Ailenin öteki üyelerinden de büyük destek gören annesi tedavi görmeye razı oldu.Birkaç hafta hastaneye gittikten sonra yepyeni ve bambaşka bir kişi vardı karşımda. Aile çözülmenin eşiğindeyken, ilk kez bir umut ışığı görmüştü.
Bana, "Size olan borcumu nasıl ödeyebilirim?" diye sorduğunda, geçmişe bakıp karla kaplı kamp alanındaki bozuk kamp aracımız ve belden aşağısı tutmayan İyi yürekli, yardımsever insan geldi aklıma. Sorusuna yanıt verirken, yirmi yıl sonra da olsa, teşekkür borcumu da ödüyordum:
"Sen de bir gün, bir başkasına bir iyilik yaparsın, ödeşiriz..."»
Dostlar atışır da yiğitler susar mı, Elma ilen armut, biftek yerin tutar mı Adem olan layt marul yutar mı Er kişi hazzetmez kepekten liften Zarar gelmez hiç ufak bir göbekten... Doymuş ile doymamış bir olur mu Sofrada galoriden sual olur mu Hiç nutrasvitten baklava olur mu Er kişi hazzetmez kepekten liften Zarar gelmez orta boy bir göbekten... Coşar şu deli gönül börek, mantı, pizzayla Ürkütme gözünü hiç hacimle enle boyla Elastik bir heyvandır mide olur yayla Er kişi hazzetmez kepekten liftenZarar gelmez hiç tahterevan bir göbekten... Çiçek dalda güzeldir, guzu şişte... Üç beyazı tartışmak boş bu işte Fikirler değişir her yiyişteEr kişi hazzetmez kepekten liften Zarar gelmez kimseye MUHTEŞEM bir göbekten
Dikkat, çok önemliBankalar arabayla yanaşıp para çekilebilecekbankamatikleri hizmete sokacak. İşte Kanada'dan gelen ATM Kullanmakılavuzunun dilimize çevrilmiş hali. Kadın ve erkekler için ayrı ayrı hazırlanan kılavuzu iyi okuyup iyice bellemekte fayda var!!!ERKEKLER İÇİN;
1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.2- Sol ön camı açın.3- Kartınızı yuvaya sokup şifrenizi girin.4- Çekmek istediğiniz tutarı girin.5- Kartınızı, paranızı ve fişinizi alın. 6- Camı kapatın.7- Yolunuza devam edin.KADINLAR İÇİN:1- Aracınızla bankamatiğe yanaşın.2- Geri vitese takıp camla makine aynı hizaya gelmesi için gereken miktardageri gelin.3- El frenini çekin, camı açın. 4- Çantanızı bulun, kartınızı bulmak için ön koltuğa bosaltin.5- Radyonuzu kapatın.6- Kartı makineye takmaya çalışın.7- Arabadan bariz miktarda uzak kalan makineye daha rahat ulaşabilmek içinarabanın kapısını açın.8- Kartı yerleştirin.9- Doğru tarafından tekrar yerleştirin. 10- İç kapağında şifrenizin yazılı oldugu telefon defterinizi bulmak içinçantanızı kurcalayın.11- Şifrenizi girin.12- İPTAL tuşuna basın ve doğru şifrenizi girin.13- Çekmek istediğiniz tutarı girin14- Yan aynadan makyajınızı kontrol edin.15- Paranızı ve fişinizi alın. 16- Çantanızı tekrar koltuğa boşaltarak cüzdanınızı bulun ve paranızı içinekoyun.17- Fişinizi fermuarlı bölüme yerleştirin.18- Makyajınızı tekrar kontrol edin.19- 1 metre ilerleyin.20- Bankamatiğe doğru geri geri gelin.21- Kartınızı alın.22- Çantanızı tekrar döküp kredi kartlığınızı bulun ve kartınızı uygun yereyerleştirin.23- Arkanızda söylenmekte olan erkek sürücüleri kızdırmak için uygun el hareketini yapın.24- Motoru tekrar çalıştırın ve yola devam edin.25- 5-6 kilometre ilerleyin.26- El frenini indirin.