50 YAŞ ŞİİRİ
Ne zaman baksam çevreme elli yıl sonraHep aynı gördüklerim; bir keşmekeş, bir bozuk düzen,Bir lokma ekmek uğruna tükenmesi insanların...Yaşamak ve ölmek için hep aynı neden...Sefil doymazlık: Ete, kana, parayaÖylesi bir açlık ki eksilmeyen, bitmeyenİnsan, ezebildiğince mutlu insan, oğulNereye gidersen git hep o tuzak, o dümen...Küçük hesaplarla kabaran büyük hesaplarVe değişmez çığlığı insanoğlunun: "Ben, ben, ben!"Sen yok musun? 0nlar yok mu? Biz yok muyuz?Nereye bu gidiş delicesine pupa yelken?Söyle neyi değiştirebilirsin ki tek başına?Yıldırırlar, sustururlar, vururlar seni de hemen!Düşler bitmişse gerçekler bir tokat gibi inmişseTek başına mutlu ol bakalım, olabilirsen...En güzeli sevmek diyeceksin insanları tümüyle...Usanmadan, bir şey ummadan, beklemedenVer, durmadan ver, eller uzanmış, baksana...Ver ki; kurulsun sofra, başlasın şölen...Bir yanda umutların, düşlerin, düşüncelerin;Bir yanda aldığını geri vermez koca bir evren...Bak! Bütün ağızlar yutmaya hazır seni.Bir noktadan, bir lokmadan başka nesin sen?Dönüp gerilere bakıyorum, bir de kendimeElli yıl geçmiş, ha gün, ha yarın derken.Değişen birşey yok, bir şaşkın benden başka.İşte aynı yol, aynı kapı, aynı merdiven...Hani nerdeler? Kimi yitmiş kimi gitmiş dostların.Bir ak saçlı anan kalmış yolumu bekleyen.Sabah-öğle-akşam... Hep o tekdüze yaşamVe kırılmış bir kalple yorulmuş bir beden...İşte böyle geçti yıllar, bozbulanık...Ben sevdim, ben ağladım, başkalarıydı gülen.Ne zaman uzattıysam ellerimi, parçalandı.Mutluluk serseri bir mayındı denizlerimde yüzen.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Yine çok hoş bir şiir seçmişsiniz sevgili Filiz Hanım. Emeğinize, yüreğinize sağlık...Ümit Yaşar'ı ben de çok severim. Hele bazı şiirleri nasıl da derinden etkiler insanı... Hepimiz kendimizden bir şeyler buluruz içerisinde. Söz madem Ümit Yaşar'dan açıldı, ben de çok sevdiğim ve her okuduğumda yer yer durup düşündüğüm bir şiiriyle konuk olmak istedim günlüğünüze...
Zarif düşünceniz için tekrar teşekkür ederim.:) Sizi hep burada görmek ve güzel paylaşımlarda bir araya gelmek dileğiyle...:)
Çok güzel bir şiirmiş ilk kez okudum.Gerçekten çok duygulu ve düşündüren bir şiir.Benim ak saçlı anam da yok bekleyen:((( Katılımınız için çok teşekkürler.Sevgiler.
Güne gülümseyerek başlamamıza vesile oldunuz teşekkürler Filiz Hanım :)) Fıkra tadında bir gün ve hafta sonu diliyorum size ve tüm arkadaşlara :) Sevgiler..
Günaydın..:) Büyük dertlerin,sıkıntıların unutulacağı bir gün olsun inşallah..Gününüz aydın olsun :)
Teşekkürler paylaşmınız için, keyifle okudum..Sevgilerr.:)
Sevgili Filiz Hanım, sizi yeniden burada görmek ne kadar güzel... :)) Hoşgeldiniz. :))
Sanırım günlüğüne ilk yorum yazdığım kişiydiniz siz. Çok iyi anımsıyorum; sıcak bir Temmuz günüydü. Ümit Yaşar'ın Rıhtımda adlı şiirini ilk kez sizin günlüğünüzde okumuş ve çok etkilenmiştim. Tüm cesaretimi toplayıp, bu duygu yüklü dizelere küçücük bir yorum iliştirmiştim. Ardından sizin "Merhaba" diyen mesajınız gelmişti. "İzmir'in meltemi odama doldu." demiştim.:)
Herşey için teşekkürler.
Adamın biri kitapçıya gider ve tezgahtara:
-"Evin Reisi Erkektir" adlı kitap var mı? diye sorar.
Tegahtar cevap verir:
-Maalesef beyefendi.Masal kitabı satmıyoruz.
Adamcağız egosunu tatmin etmek istemiş, hain tezgahtar 0na bile izin vermemiş:)))
Yorumunuza teşekkürler.O da egosunu başka türlü tatmin etsin:)))
:))) evet bu bir ütopyadır ve evin reisi daima kadındır...
Teşekkürler gerçeği görebilenler de varmış:))))))
Çok güzelmiş teşekkürler.
Ben de yorumunuza teşekkür ediyorum.Sevgiler
Bir zamanlar ezberimdeydi...Sanırım Vehbi Amcanın emrinde çalıştığımız yıllarda ezberlemiştim..sonra kısım kısım olarak kalmış aklımda..Ne kadar da doğrudur.değil mi?Emeğine sağlık Filizciğim.
Bunu çok önceden yazmıştım .Ama her zaman için geçerli değil mi?SEVGİLER
vehbi ağa bir gün berbere gider.
Traşını felan olur sıra para verneye gelir.
vehbi aga cebinden 1 lira çıkarıp bahşiş verir.
berberde vehbi agaya dönüp derki ağam bir sualim olcak.
buyur evlat der ağa.
sizin oğlan hergelişinde 5 lira bahşiş verir siz ise 1 lira ağam affınıza sığnıyorum.
ağa : ben Hacı Mustafa efendinin oğluyum oda vehbi koçun oğlu okadar olsun der.
ben günlüğünüzü şimdi farkettim ve okudum belkide daha önce farkettim ama hatırlamıyorum...hafızam çok kötü ...yazılarınız seçme ve güzel teşekkür ediyorum bizlerle paylaştığınız için...
Ben de yorumunuza çok teşekkür ediyorum:)))
Demekki gerektiği yerde masaya nasıl vurulacağını bilmek gerekiyormuş.)))
Da masaya vurabilecek yüreği taşıyan nerede!Yorumunuza teşekkürler.
'Sayın Başbakan,Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının teriyle genç yaşta gemi aldı. Diğer oğlunuz Bilal, Dünya Bankası'ndaki başarılarıyla stratejik ortağınız Amerikan başkanı Bush'un bile iltifatlarına mazhar oldu. İkisi de pırlanta gibi, Allah bağışlasın. Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına baktığında nasıl içi titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz... Ama oğlu ertesi gün askerlik kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl geçirir, Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay boyunca geceyi gündüze nasıl ekler, saat başı haberlerini nasıl içi içini yiyerek seyreder, telefonda konuştuğunda 'Operasyona gidiyoruz, hakkını helal et baba' diyen oğluna ne cevap verir, bilmiyorsunuz. Çünkü dediğim gibi oğullarınızdan biri armatör oldu. Güneydoğu'da deniz yok, Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır, yakışık almaz. Yani Burak güvende. Allah bağışlasın. E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya bankası'ndaydı. Şimdi ise Dünya Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için The Brooking Institution'da. İşi düşünce üretmek olan bu kuruluş da geçenlerde Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın !!!! Osman Baydemir'i ağırlamıştı, hatırlatırım. Yani sözün kısası Bilal de Washington'da, güvende. Allah bağışlasın. O yüzden de 'Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz' diyen bir vatandaşa gönül rahatlığıyla 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, canım kardeşim' diyebiliyorsunuz. Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben de sizin 'Canım kardeşim' diye hitap edebildiklerinizdenim. Can kardeşliğin verdiği samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum. Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, 'Askerlik yan g elip yatma yeri değildir' dediğiniz için; şehitlere 'kelle' dediğiniz için hiç mi utanmıyorsunuz? Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük laflar etmeyi; hala nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz? Artık neredeyse her gün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir ağızdan sizi ve bakanlarınızı yuhalarken ne hissediyorsunuz? Yani mesela, 'Yan gelip değil, can verip yattılar' diye bağırırken binlerce kişi, 'Yer yarılsa da içine girsem' diyebiliyor musunuz? Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan Smith gözlüklerinizle gizlerken yüzünüzü, neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi? İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dört buçuk yılın sonunda gelinen durum nedeniyle hiç mi suçluluk duymuyorsunuz? Şimdi sürekli 'şehitlik üzerinden siyaset yapmayın' diyorsunuz ya meydanlarda. Peki, o zaman tam seçim arifesinde niye şehit aileleri ile gazilere TOKİ aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz? Bu durumda asıl siz şe hitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz? Sayın Başbakan, bir baba olarak soruyorum size. Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz? Kelle deyip geçtiklerinizin ahından korkmuyor musunuz? O mağrur, çocuk bakışlı erler, 0nların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların 'Vatan Sağ olsun' derken titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor? Bir 'canım kardeşiniz' olarak olanca samimiyetimle soruyorum. Bu kadar sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan? Ha, bu arada. Bir oğlunuz, Bilal, hani stratejik ortağınız Bush'un iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi. Diğeri, Burak, hani alnının teriyle gemi alan ise çürük raporu almış. Askerlik yapmayacakmış. Ne diyeyim. Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar. Allah bağışlasın.'
Çok güzel bir yazı.Ama o bilmem neler anlarmı ki bunu.Sanmıyorum anlamazlar, o kadar büyük bir karaktere sahip olmuş olsaydı zaten şu an burda bu koltukta olmazdı.Bende bir video var,amerikalı bir siyasetçi yaptığı bir olay yüzünden basın toplantısı veriyor ve basın toplantısında silahını çekip intihar ediyor.Gurur,onur,haysiyet,şeref böyle bir şey demekki...İki oğluda sapasağlam ama çürük raporu alınmış,hiç mi utanmıyor ki? nerdeeeeeeeeeee
Sevgili arkadaşım ben bir süre almanyada öğretmenlik yaptım.O dönemde bir milletvekilinin adı bir yolsuzluğa karıştı.Yapılan incelemelerde adamın suçsuzluğu ispatlandı.Ama adam gururuna yediremeyip intihar etti.Bizde böyle 0nurlu insanlar olsaydı herhalde bu günkü meclisin %80 inin intihar etmesi gerekirdi.
yazının devamı ;
Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla ‘’Yazıklarolsun bana'’ dedim. Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niyesavaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türkdüşmanıymış'’ diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki…Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce. Nihayet biziserbest bıraktılar.
Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamakiçin koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı buişte.”Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: “Talihincilvesine bakın ki o zaman ölmek üzereyken yaralarımı iyileştirereksıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türklerdi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde
yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk… Ne garip değilmi? Avustralya'’dan Amerika'’ya gelirken bir Türkle böyle karşılaşacağımıhiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız.Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum.”Bu sözlerin ardından nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz?” dedi. “Ömer” cevabını verdim. Merakla tekrar sordu: “Peki niçin Ömerismini vermişler sana?”
Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak banaÖmer adını vermiş.Senin adın Müslüman adı mı?
Ben, “Evet, Müslüman adı.” deyince yüzüme baktı, doğrulmak istedi.Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarakdedi ki: “Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller'’şimdiden sonra “Anzaklı Ömer” olsun.” “Olsun” dedim.
Peki hekim beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti? Meğer obunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı içingerçekleştirememiş. “Tabii” dedim. “Müslüman olmak çok kolay.” Sonrakendisine imanın ve İslam'’ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hemkelime-i şehadet getiriyor, hem de ağlıyordu. Mırıldandı: “Siz Müslümanlartesbih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerdentesbih çekerek Tanrı'’yı ansam olur mu?”
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Tanrı'’yızikretmeyi ihmal etmiyormuş. Sonrasında bir tesbih bularak kendisinegetirdim. Hasta yatağında tesbih çekiyor, biz de tedavisiyleilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti: “Beni yalnız bırakma olur mu?”
Ne gibi Ömer amca?Ara sıra gel de bana İslam'’ı anlat! Sen çok güzel şeylerdenbahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.
O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tamhatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum:“Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gelin!”
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzaraaynen şöyleydi: Sağ elinde tesbih, açık duran sol kolunun pazusunda dövmeTürk bayrağı, göğsünde imanıyla koskoca Anzaklı Ömer son anlarınıyaşıyordu.Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şehadet söylettim, oşekilde kucağımda ruhunu teslim etti…
Ne yalan söyleyeyim ağladım, ağladım…
Alıntı… Teşekkürler Arzu ben yarısının kopyalandığını farketmemişim:)
60'li yaslarindaki evli bir cift evliliklerinin 35inci yilini sakin, romantik bir restoranda kutlamaktadirlar.Aniden önlerinde zarif ve güzel bir peri belirir ve şunu söyler:- Bu kadar uzun bir süre örnek bir çift olmanız ve hep birbirinize sadık kalmanız nedeniyle birer dileğinizi yerine getireceğim. '-Ah, ben sevgili kocamla tüm dünyayı görebileceğimiz uzun bir seyahat yapabilmek istiyorum' demiş, kadın, sevgi dolu gözlerle kocasına bakarak.
tuylerim diken diken oldu okurken... Turkiye nin bilinmeyen daha dogrusu bilinip de goz ardi edilen bir gercegi daha... Ogretmenlerimizin calisma kosullari ve emeklerinin karsiligina asla denk gelemeyen maaslari....
. Sevgili Hülya bu sadece öğretmenlerin değil tüm çalışan annelerin ortak problemi.Ben oğlumu 6 aylıktan kreşe götürdüm.Erkenden götürmemin hem zararını hem yararını gördüm.Arkamdan ağlamadı çünkü evde bir yaşam olduğunun farkında olmadı:((((((
Okudukça gözlerim doldu, çok duygulandım; çocuklarımın küçüklükleri geldi aklıma. Kızımı anneme emanet edip işe gidişim, bebeğimin anne sütünden başka bir şey istememesi, öğle aralarında, akşamları taksilerle, dolmuşlarla apar topar eve koşturuşum, daha apartmanın dış kapısına geldiğimde duyduğum "aç" bebek ağlaması; biraz daha büyüdüğünde sabahları evden kaçar gibi çıkmalarım, arkamdan "anneeee" diye duyduğum feryatlar, ah ! ne zor çalışan anne olmak. :(
Haklısın sevgili sesu anne olmak zor çalışan anne olmak daha zor.Bir gün oğlum bana keşke çocuğun değil öğrencin olsaydım demişti.Hala düşündükçe burnumun direği sızlıyor.
Aklıma annesi çalışmaya başladıktan sonra hiç süt içmeyen,anne “sana süt almak için çalışıyorum” dediği için süt içmezse annesinin işe gitmeyeceğini düşünüp bunu uygulayan bir çocuk geldi.O zaman sadece 3 yaşındaydı.
Çalışan anne olmak zor,hem anne hem çocuk için.Ben kızım doğduktan sonra yıllarca ara verdim iş hayatıma.Ama mecbur olanlar çalışmak zorunda.
Ben de çalışmak zorunda olanlardandım maalesef:(
Annem ben bir aylikken isten ayrilmis, her ne kadar sordugumuzda sebebini baban istemedi dese de ben asil nedenin o donem yasanan siyasi olaylar oldugundan eminim. Annemin isten ayrilisi sanirim en cok bana ve kizkardesime yaradi cunku annemizle buyuduk-sansliydik ne zaman ki ben ilkokul diplomami aldim ayni gun annem tekrar ise basladi (shp hukumeti af cikarmisti) Bu nedenle anneyle buyumenin de calisan anne cocugu olmaninda ne demek oldugunu (ama en guzel yanlariyla) biliyorum :)
Sen mutlu azınlıktan birisin.Benim oğlum çok şanssızdı.Zaten babası yoktu annesini de akşamdan akşama ev işlerinden arta kalan zamanlarda görüyordu.Ama başka seçeneğimiz yoktu.:(((
Filiz öğretmenim çok dokunaklı bir hikaye,bir annenin mesleği yüzünden çocuğuna vakit ayıramaması,bir an aklıma ulu önder ATATÜRK geldi. O bu ulusun huzuru için kendi özel yaşantısından nasıl fedakarlıklar verdiğini çok iyi anlıyorum.Topluma hizmet ederken,kendimizi ve ailemizi malesef düşünemiyoruz.
Sevgili Nail Bey bu devletimizin ayıbı hiçbir konuda güvencemiz yok.Sonra da bu kadar sorunlu insan nasıl oldu diye düşünüyoruz.