Bir zamanlar 1 oğlu ve 1 eşeği olan fakir bir karı-koca varmış.
İmkanlarını daha iyiye götürmek ve dünyayı tanımak için şehir şehir
dolaşmaya karar vermişler ve küçük oğullarını eşeklerinin sırtına bindirip
yola koyulmuşlar.
İlk geldikleri köyde insanların arkalarından '' şu terbiyesiz çocuğa
da bakın! Kendisi eşeğin sırtında rahatça yolculuk ederken, zavallı anne
ve babası kanter içinde yürüyorlar! '' dediklerini duymuşlar. Baba eşine
dönmüş ve ' ' biricik oğlumuzun terbiyesizlikle suçlanmasına izin
veremeyiz, en yaşlı ben olduğuma göre eşeğe ben bineyim siz ana-oğul
yürüyün '' demiş. Ve böylece giderken başka bir köye gelmişler.
2. Köyde ilerlerken insanların : ''şu ahlaksız adama da bakın, kendisi
eşeğin sırtında seyahat ederken zavallı oğlu ve karısı yürümek zorunda
kalmış! '' dediklerini duymuşlar. Ahlaksız biri olmayı kendine yakıştırmak
istemeyen baba karısını eşeğin sırtına bindirmiş ve baba-oğul yanlarında
yürürken 3. köye gelmişler!
3. Köyde insanların arkalarından : ''zavallı yaşlı adam, hem bütün gün
Eşek gibi çalışıyor kendisini prenses sanan karısı da hem kocasının hem de ufacık oğlunun yanında yürümesine aldırmıyor. Herhalde çocuk da üvey
evlattır ''dediklerini duymuşlar. Bunun üzerine tüm aile eşeğin üstüne
binmişler ve 4.köye ulaşmışlar.
4.Köyde insanların: ''şu canavar insanlara da bakın! Zavallı eşeğin
belini kıracaklar ''dediklerini duymuşlar. Eşekten inip üçü de hayvanın
yanında yürüyerek 5. köye varmışlar.
Bu kez duyduklarına inanamamışlar : Köylüler gülerek : "şu üç salağa
bakın, kendilerini taşıyacak bir eşekleri olduğu halde yürüyerek yolculuk
yapıyorlar ''!!!
SONUÇ :
GENELLİKLE İNSANLAR SENİ KRİTİK ETMEK VE SENİNLE ALAY ETMEK İÇİN HER
ZAMAN BİR EKSİĞİNİ BULACAK VE KİMSE SENİ OLDUĞUN GİBİ KABUL ETMEYECEKTİR.
ONUN İÇİN DOĞRU BİLDİĞİN ŞEKİLDE YAŞA VE KALBİNİN SENİ YÖNLENDİRDİĞİ
YERE GİT.
HAYAT ÖN PROVASI YAPILMAMIŞ BİR TİYATRO GÖSTERİSİDİR. BU ALKIŞI
OLMAYAN TİYATRONUN PERDESİ KAPANMADAN ;
GÜL, ŞARKI SÖYLE, DANS ET VE AŞIK OL....
HAYATININ HER ANINI DEĞERLENDİR
>Charlie Chaplin
Sessiz sinemanın o en büyük oyuncusu, bu defa çok sesli ve çok doğru bir yorum yapmış yaşam hakkında...Eğer uyabilseydi herkes Şarlo'nun bu güzel sözlerine; dünya daha yaşanılası bir yer ve yaşam da çok daha keyifli olurdu bence... Saygılar
YERE GİT...........
neler pahasına peki??? kaç kişi var ki göze alabilen? gerçi bu öğutle de, göze alabilecekler hedeflenmiş zaten..
" sana deli diyeceklerini bilsen bile, içinde yanan ışığın peşine düş!!! " bu da benim kendime öğüdüm.
İki şey insanı "Nitelikli İnsan" yapar :1- İradeye Hakim Olmak 2- Uyumlu Olmakİki şey "Ekstra Değer" katar : 1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak2- Anlayarak hızıl okumayı öğrenmekİki şey geri bırakır :1- Kararsızlık2- Cesaretsizlikİki şey kaşif yapar :1- Niletikli çevre2- Biraz delilik İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar :1- Baskın yeteneği bulmak2- Cidden sevdiğin işi yapmakİki şey başarının sırrıdır :1- Ustalardan ustalığı öğrenmek2- Kendini güncellemek İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır :1- Niyetin saf olması2- Ruhsal farkındalıkİki şey milyonlarca insandan ayırır :1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak 2- Hayata ve herşeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmekİki şey gelişmeyi engeller :1- Aşırılık (mübağala, abartı, ifrat, tefrit)2- Felakete odaklanmış olmak İki şey çözüm getirir :1- Tebessüm (gülümseme, sırıtma veya kahkaha değil)2- Sükut (susmak)İki şey "Kalitesiz İnsan" ın özelliğidir :1 - Şikayetçilik2- Dedikoduİki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer : 1 - Bakış açısını değiştirmek2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmekİki şey yanlış yapmanı engeller :1 - Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek 2- Hak yememek İki şey kişiyi gözden düşürür :1 - Demagoji (Laf kalabalığı)2 - Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmek göstermek)
"Satılık Köpek Yavruları" ilanının hemen altında küçük bir çocuğun başı gözüktü veçocuk dükkan sahibine sordu : -"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?" Dükkan sahibi :-"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi-"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk-"Bir bakabilir miyim yavrulara" .Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve köpek kulübesinden beş tane yumak halinde yavru çıktı.Yavrulardan biri arkadan geliyordu. Küçük çocukyürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu: -"Bunun nesi var?" Dükkan sahibi 0nun kalça çıkığı olduğunu vehep sakat kalacağını açıkladı. Küçük çocuk heyecanlanmıştı.-"Ben bu yavruyu satın almak istiyorum."Dükkan sahibi:-"Hayır o yavruyu satın alman gerekmiyor. Eğer gerçekten istiyorsan o yavruyu sana bedava veririm"Küçük çocuk birden sinirlendi.Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak: -"Onu bana vermenizi istemiyorum.O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim.Aslında şimdi size 2 dolar 37 cent vereceğim vegeri kalanını ayda 50 cent ödeyerek tamamlayacağım." Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı:-"Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum. Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup,zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak." Bunun üzerine küçük çocuk eğildi,pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasıyla desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine gösterip,tatlı bir sesle:-"Ben de çok iyi koşamıyorum ve bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacakbir sahibe gereksinimi var" dedi.
Daha önce defalarca okuduğum bir öykü,ama genede gözlerimin dolmasına engel olamadım...Aslında sık sık hastaneleri ve mezarlıkları ziyaret ederek Allahın sevdiklerimize verdiği can ve sağlık için şükretmeliyiz...ve de aslında ne kadar zengin olduğumuzu farketmeliyiz...:(
Adamın biri bilge bir kral olmakla ün salmış kralın yanına gider. Krala şunusorar "Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?" Kral "Elbette" der "Kaç bacağın var senin?" Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der. Kral"Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin?" "Elbette" diye cevap veriradam. Kral "O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver". Adam birazdüşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. "Tamam" der kral "Şimdide öteki bacağını kaldır." Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der. "Gördün mü?" der kral " Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. 0ndansonrasında değil."Tiziano Terzani'nin Atlıkarıncada Bir Tur Daha adlı kitabında okuduğum buküçük öykü yıllardır tartışılan özgürlük kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeme yol açtı. Hayat gerçekten böyleydi. İlk kararı alıyordun ve gerisio ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyordu. Hayat hata kabul etmiyordu. ilkkararın doğruysa işler yolunda gidiyordu ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyordu.Mesela mesleğini seçerken... Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerininfarkında olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmayamahkum oluyordun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyordun. Ama biliyordun ki; özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermiştin ve yeniden başlamacesaretin yoktu. Bazı insanlar vardı hayatta...Onlar ise herşeyi ardlarındabırakıp yeniden başlayacak kadar cesurlardı. Ama sen 0nlardan biri olamıyordun. Bunca emek bunca çalışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıdaatıveremiyordun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey vardı. Hayat çok kısaydı vemutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlıydı.Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu. Yanlış bir karar aynıevde yaşayan iki düşman yaratabilirdi. Aşk zorunluluğa dönüşebilir vehayatını cehenneme çevirebilirdi. İlk kararı alıyordun, bu konuda özgürdün ama devamında senin kararına bağlı olmayan pek çok şey gerçekleşiyordu.Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti. Doğru yerdeateşlediğinde seni ısıtacak ateş, çorbanı kaynatacak ateş oluyordu, yanlış yerde ateşlediğin vakit ise içinde bulunduğun evle birlikte seni deyakıyordu.Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildi. Oyunun kurallarını bilmen veona göre oynaman gerekiyordu. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmiyordu. Çok daha önemli olan başka bir şey vardı. Kendini bilmek... Neistediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğinibilmek zorundaydın. Ancak o zaman doğru kararlar veriyor ve mutlu bir hayata sahip oluyordun.Ve kararlar birer kibritti... Ya kendini yakıyordun ya da ısıtıyordun...
Rüzgâr ile YaprakRüzgâr ile yaprak dost oldular. Artık rüzgâr savurmuyordu yaprağı.-''Söyle dostum, nereye istersen oraya götüreyim seni" dedi rüzgâr yaprağa.Yaprak düşündü taşındı, aklına hiçbir şey gelmedi. Tekrar sordu rüzgâr:- Hadi söyle seni istediğin yere taşıyayım.Tekrar düşündü yaprak , aklına yine bir şey gelmedi...- ''Bilmiyorum rüzgâr kardeş, aklıma hiçbir şey gelmiyor. Sen söyle ?'' dedi.Rüzgâr:- Gideceğin yeri bilmedikten sonra rüzgâr dostun olsa neye yarar.. Savrulur gidersin! dedi ve bildiği gibi esti tekrar. Yaprak yine savruldu... Üstelik de bu sefer savuran dostuydu.
Yıl: 1965 "Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir eda takınacağıma hüküm veremedim, adeta vecde geldim. Buna mukabil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan bir tebessüm vardı.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.." Yıl: 1975 "Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, Heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, Kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.." Yıl: 1985 "Karşıma aniden çıkınca fevkalade şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lakin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.." Yıl: 1995 "Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Fena halde kal geldi yani.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim.. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selam' dedim.." Yıl: 2006 "Abi 0nu karşımda öyle görünce oha falan oldum yani.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani.. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu yavrum?'" Yıl: 2026 "Ven ay sov hör, ben çok yani öyle işte birden.. Off, ay dont nov abi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so aşık len bu manita.. 'Hay beybi..'" Hala vakit var! Türkçemize sahip çıkalım.
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine,çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ilebirlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çeklealdığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki.Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve 0ndan, kendine biriyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabuletti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzemekullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek netalihsizlikti!.. İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek içingeldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye".Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman 0nu böyle yapar mıydı!Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da , şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz.Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz."hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınızdavranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise 0nu akıllıca kurun. Unutmayın.Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın.Hiç incinmemişsiniz gibi sevin.
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında
küçük bir ev alır.
Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı baslar. Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan
öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu bağırıp, çağırarak
tekmelerler.Bu çekilmez gurultu günler sürer ve yaşlı adam bir
önlem almaya karar verir.
Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken,kapısının
önüne çıkar 0nları durdurur ve:
"Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi
sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken ayni
şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi
hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 dolar vereceğim" der.
Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler.
Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve 0nlara şöyle der: "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı bundan böyle size sadece 50 sent verebilirim."
Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye.
Aradan birkaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar 0nları:
"Bakın" der, "Henüz maaşımı alamadım, bu yüzden size günde ancak
25 sent verebilirim, tamam mı?"
"Olanaksız bayım" der içlerinden biri,
"Günde 25 sent için bu isi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Biz işi bırakıyoruz."
Budist rahipler, artık yetiştirdiklerini düşündükleri bir öğrencilerini,yola çıkmadan çağırdılar.Başrahip öğrenciye sordu: -20 yıldır buradasın,neler öğrendin? -"7 gerçek öğrendim" dedi öğrenci. -20 yıldır buradasın sadece 7 gerçek mi öğrendin? -Evet 7 gerçek öğrendim... -"Say" dedi başrahip. 1- Dostluklar ikiye ayrılır: Kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar.Hayatta bir zorluk ortaya çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, kalıcı dostluklar ise çok azdır... 2-İnsanların çoğunluğu,kalplerini ve beyinlerini geçici değerlereayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek niteliklerinden tavizvermekten,kötü şeyler yapmaktan asla çekinmiyorlar... 3-İnsanlar,amaçlarına ulaşmak için birbirlerini ezmekten çekinmiyorlar.Oysa başkasına kötülük yapılarak elde edilen herşeyin geldiği gibigideceğini anlamıyorlar... 4-İnsanlar gerçekte bir anlamı ve önemi olup olmadığını hiç düşünmedikleri fakat değerli ve anlamlı saydıkları şeyler yüzündenbirbirlerine zarar veriyorlar. Bu şekilde hayatı birbirlerine zehir etmeye alışmışlar. 5-Herkes yanlışın nedenini başkalarında arıyor.Kimse , başına ne geldiyse aslında kendi yüzünden geldiğini anlamıyor,kendi suçunu kabul edip düzeltmiyor. 6- İnsanlar helal lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyor. Vicdanları vemideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar 7- İnsanlar bir şeye dayanmadan yaşama gücünü bulamıyorlar.
Bu yüzden çoğu zaman anlamsız şeylere sarılıyor ve güveniyorlar. Asıl sarılmaları ve güvenmeleri gereken belki de tek duygunun sevgi olduğunu anlamamakta ısrar ediyorlar... "Güle güle" dedi başrahip.
Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.
Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormus, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Aksamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bIrakıyormuş.
ikinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş.
Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş.
Birinci adam öfkelenmiş: "Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken ise başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu isin sırrı ne?"
İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: "Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp,yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir.
Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Delfi'deki ünlü tapınakta Sokrates'in su sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı"
Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında açı olmaması anlamına gelir. Bireysel ve iş yaşamımızda basarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.
Marcus Aurelius'un adı anıldığında, insan kaçınılmaz olarak, Platon'un ünlü sözünü anımsıyor:
"Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı." Tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm hükümdarlar arasında, belki de çok azı Marcus Aurelius gibi, hem filozof, hem hükümdardı. Belki de Marcus Aurelius, hükümdar olduktan sonra filozof olmaya kalkışsaydı, kolay kolay gerçekleştiremezdi bunu. Bâzı insanlar, birine bir iyilikte bulunurlarsa, karşılığını alacaklarını hesaba katarlar. Bazıları da, bunu hemen yapmazlar, ama gene de iyilik ettikleri kişiyi içlerinden kendilerine borçlu sayarlar; yaptıklarının fazlasıyla bilincindedirler. Bazıları da, bir anlamda bir iyilikte bulunduklarını bile bilmezler, üzüm üreten, bir kez meyvesini verdikten sonra başka bir ödül beklemeyen asmalar gibidirler; tıpkı yarışı bitiren bir at gibi, avını yakalayan bir köpek gibi, balını yapmış bir arı gibi ya da. Bu insanlar da iyilik yaptıktan sonra, bağıra bağıra duyurmazlar bunu, başka bir iyilik yapmaya yönelirler, tıpkı asmanın mevsimi gelince yeniden üzüm vermesi gibi. Güneşin ışığı yukarıdan gelir, her yönde yayılır, ama yok olmaz. Işığın yayılışı bir genişlemedir. Bir güneş ışınının ne olduğunu, karanlık bir odaya bir aralıktan giren güneş ışığını inceleyerek anlayabilirsin: doğru çizgi halinde uzanır, karşısına çıkan ve o nun havada öteki tarafa geçmesini engelleyen ilk katı cisme dayanıyor gibidir; ne kayar, ne aşağı düşer, orada durur. Zekanın ışığının yayılması ve genişlemesi de buna benzer bir biçimde olur; hiçbir biçimde akıp gitme değil, bir yayılmadır; karşılaştığı engeller üzerinde zorlayıcı ve şiddetli bir etki yaratmaz; batmaz da, kımıltısız durur ve üstüne düştüğü nesneyi aydınlatır; çünkü bu nesne o nu yansıtmazsa, kendini o nun ışığından yoksun bırakır. İnsanlar birbirleri için dünyaya gelmişlerdir. Bu nedenle o nları eğit ya da katlan o nlara.
Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çoketkilenmiş,büyük kayıplar vermişler.Ama en çok kayıp veren kirpilermiş.Çünkü o nların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcaktutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisitoplanmış,çözüm aramaya başlamış.Tartışa tartışa,nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına,birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine kararverilmiş.Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak,aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktankurtulacaklarmış.İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya.Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalargerçekleşmiş. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlarama bu seferde donmalar meydana gelmiş.Ne var ki, her gece kah uzaklaşa kah yakınlaşa, deneye yanılabirbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın,ancak birbirleriniincitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler. KISACA ;Bizim de uzun dikenlerimiz var.Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.Bazen faydalı,bazen de zararlı.Çoğu zaman,kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza. Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.Birbirini incitmeyecek kadar uzak,hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz.
Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya başladı:
"Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?"
Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : "Devrem, bölük komutanı nerde?"
Hepimiz derin bir "Oh!" çektik. Telsizden, "İzinde devrem" yanıtı verildi.
Suat 3, artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü: "Ne olur yaralılarımı alın. Bende yaralıyım".
O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu söz üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum.
"Ben de yaralıyım" dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık o nun şehit olduğuna ben de inanmıştım. Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan "Suat 3, Konuşan Suat, Cevap ver!" çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu.
Ve o n o n beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklal Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkânı durmuştu. Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklal Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklal Marşı'ydı.
Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim. Bir daha o nun sesini hiç duymadım.
Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklal Marşı'nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise hala inanamıyorum.
Hâkimin anıları burada sona eriyor. İşte benim Türk subayından anladığım budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde makamı ile istiklal Marşı söyleyen adamdır.
Okuyun ve bu VATAN için kanlarını akıtan Kahramanlarımızla övünün, gururlanın...
Hakan Evrensel emekli bir subaydır. Güneydoğu Anadolu'da terörle Mücadele etmiştir. Evrensel daha sonra istifa ederek, Güneydoğu Öyküleri-1,2,3 adlı üç kitap yayınlamıştır.
Bu kitapta subay, doktor, hakim, savcı, er,. Güneydoğu Anadolu'da emperyalizmin işbirlikçisi PKK'ya karşı mücadele edenlerin mücadele anıları anlatılır. Üç kitap ta defalarca basılmıştır. Şimdi üç cilt bir arada "Güneydoğu Öyküleri" adı ile yayınlandı. Oğullarının yiğitliğini anlamak isteyen bir milletin okuması gereken bir kitaptır
Evrensel'in kitabını bütün kitapçılarda bulmak mümkün.
Size bu kitaptan bir hâkimin anılarını aktarmak istiyorum.
Güneydoğu'nun küçük bir ilçesinde görev yapan hâkim, ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:
"Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu.
Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı. En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu; 22:10, 500 terörist.
Karakol o gün basılmadı. Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı.
Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi, telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı.
Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu:
"Yaralılarım var, yaralılarımı alın."
Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi.
"Tamam Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak."
İlk yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin basındaki tim komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı.
"Suat 3 , irtibatı kesme. Sakin olun!" …… Cevapta bir değişiklik olmadı:
"Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!"
Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü: "Yaralılarımı alın" , "Sakin olun, geliyoruz".
Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe arttırıyorlardı. Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı. Bir süre sonra, Suat 3'ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik:
"Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım". Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen Aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu.
Tim komutanı "Yaralılarımı alın!" dışında başka bir şey demiyordu.
Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum.
-My mother to be my wife: Anam Avradım olsun-Come with ball my brother Come with ball: Topla Gel Abicim Topla gel-Chicken translation: Piliç çevirme-Leave the door december: Kapıyı aralık bırak-Clean family girl: Temiz aile kizi.-Your hand is o n the job your eye is o n playing: Elin işte gözün oynaşta-Sensitive meat ball: İçli köfte.-Urinate quickly, satan mixes: Acele işe şeytan karışır-There is no saturation to her observations: o nun gözlemelerine doyum olmaz-Chicken turner: tavuk döner-Man doesn't become from you: Senden adam olmaz-Enter the desk: Sıraya gir-Look my ram, I'm an Anatolian child, If I put, you sit.: Bak koçum, ben Anadolu çocuguyum, bir koyarsam oturursun-Airplane out of the fart, say hi to that sweetheart: Osuruktan teyyare,Selam söyle o yare-Master !!! do something burning-turning in the middle: Usta !!! Ortaya yanardöner bişi yapsana-Exploded egypt has escaped to my bosphorus: Boğazıma patlamış mısır kaçtı-In every job there is a no: Her işte bir hayır vardır-She is such a mother's eye girl: Çok anasının gözü bi kız
-don t make me number : bana numara yapma